Göçün 60. Yılı (Yayın Tarihi: 28.10.2021)
60 yıllık göç tarihi yazan "misafir işçilere" saygıyla
30 Ekim 1961 yılında sessiz sedasız imzalanan işgücü göçü nota teatisinin üzerinden tam altmış yıl geçti. "Misafir İşçiler"in Sirkeci garında başlayan yolculukları hâlâ sürüyor. Bu yolculuk kah sendikal direniş, kah ırkçı saldırılar ile Almanya’yı acı vatana dönüştürürken, toplumsal ve ekonomik olarak zenginleştirdi de. İlk kuşağın getirdiği kültürel çeşitliliği, üçüncü kuşak Alman toplumuna da kendi dilleri ile aktarıyor. Dünün işçileri bugünün avukat, gazeteci, sanatçı ve bilim insanlarını da yetiştirdi. Ve en önemlisi Almanya, istemeyerek de olsa bir göç ülkesi olduğunu kabullendi. Fulya Canşen ve Serap Doğan'ın, İstanbul Bilgi Üniversitesi AB Enstitüsü ve DAAD Türkiye'nin katkılarıyla hazırladığı bu 6 bölümlük dizimizi, Türkiye’den Almanya’ya altmış yıl önce gelen emekçilere adıyoruz.
60 yıl önce geldiler
İlk bölümümüzde 30 Ekim 1961 yılında imzalanan nota teatisinin içeriğinden, günler süren tren yolculuğuna, yaşanan işçi yurtlarından, ağır iş koşullarına kadar pekçok konuya değindik. Çekilen hasret, yabancılık, dil bilmemekten kaynaklanan çaresizlik ama iş bulmanın, iyi para kazanmanın ve kurulan geri dönüş hayallerinin mutluluğu da var ilk bölümümüzde.
70'lerde hak arayışı başlıyor, aileler birleşiyor
Türkiye'den Almanya'ya göç yetmişli yıllarda da devam etti. Sadece ekonomik değil, siyasi koşullar da göçü çekici kılıyordu. Gelenler yavaş yavaş Almanya'ya alışmaya başladı. Ailelerini getirdiler. Yurtlardan çıkıldı, nohut oda bakla sofa evler bulundu. 70'li yıllara damgasını vuran Ford işçilerinin yaptığı baskın grev oldu. İlk kadın grevini de unutmamak gerek. İşçiler yavaş yavaş haklarını öğrenmeye ve direnmeye başladılar. Öyle bir konu var ki, hala yaşayanların yüreklerini acıtıyor. Türkiye'de bir bırakılıp bir Almanya'ya getirilen "Kofferkinder", valiz çocukları.
80'lerde siyasi göç başladı, gelenler kaldı
Seksenli yıllar hem Türkiye'de hem de Almanya'da 12 Eylül darbesinin gölgesinde geçti. Durdurulan ekonomik göç, siyasi iltica ve aile birleşimi yoluyla devam etti. Sirkeci garı değil artık, kaçak botlarla önce Yunanistan'a, ardından Almanya'ya çıkılan zorlu yolculuklardı gündeme taşınan. Onyıllardır Almanya'da yaşayanlar kalmaya karar vermiş, sonradan gelen ya da Almanya'da doğan çocukların eğitim ve uyum sorunu başlamıştı seksenlerde. İlk kuşak el yordamıyla çocuklarının geleceğini kurmaya çalıştı. Göçmenlerin 40 metrekareye sığdırmaya çalıştıkları hayatı, "en alttakiler" olmanın verdiği güçlüklerle devam etti. Almanya da istemeden hamile kalmış bir kadın gibi göç ülkesi olma yolunda ilerledi.
90'larda duvarın yıkılmasıyla sağcı şiddet arttı
90'lı yıllarda Türkiye'de Türk Kürt ayrımı artarken, Almanya, Doğu ve Batı arasındaki duvarı da kaldırmayı başardı. Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından yabancı düşmanlığı ve ırkçılık şiddete dönüşmeye başladı. Rostock'da gerçekleşen saldırıyı Mölln ve Solingen takip etti. Bir yandan saldırılara karşı çeteleşmekte çare arayan Türkiyeli gençler öte yandan Hiphop kültürü ile dertlerini, hislerini ve fikirlerini duyurmaya başladı. Eşit haklar mücadelesinin zirve yaptığı doksanlı yıllarda, Türkiyeli genç edebiyatçılar Alman edebiyatında hak ettikleri yeri almaya başladılar. Cem Özdemir, Yeşiller Partisi'nden Federal Meclis'e girdi, siyasi partiler kapılarını göçmenlere daha fazla açmaya başladı. Bazı diskoteklerin kapısı ise hala kapalıydı. Kaplancılar, Milli Görüş gibi dini örgütler de doksanlı yıllarda gündemi meşgul etti.
Göç tarihinde 2000'li yıllar
2000'li yıllara Almanya yeni vatandaşlık yasasıyla girdi. Ve maalesef Alman medyasında başta "dönerci cinayetleri" diye adlandırılan NSU cinayetleri damgasını vurdu bu on yıla. 8'i Türk 10 kişiyi katleden aşırı sağcı terör örgütü NSU'nun cinayetleri planlaması, işleme biçimi kadar güvenlik birimlerinin ihmalleri de tüyler ürperticiydi. Türkiye'den gelen göçmenler, Almanya'ya çoktan yerleşmişler, artık işçi olmaktan vazgeçip işveren olmaya yönelmişlerdi. Bakkal ve dönercilikten uzaklaşıp, ender de olsa yüzlerce kişiyi istihdam eden büyük firmalar kurmaya başladılar. Gençler arasında futbol ya da oyuncu kariyeri yapanlar da oldu, mimar, mühendis profesör olanlar da. Oysa yetmişli yıllarda kendi adlarına dükkan bile açamıyorlardı. 2005'te çıkan göç yasası ile birlikte uyum tartışmaları da zirve yaptı. Sadece Almanca kitap kapaklarında değil film jeneriklerinde de Türkçe isimler dönmeye başladı. Fatih Akın "Duvara Karşı" filmiyle Berlin Film Festivali Berlinale'de altın ayı ödülüne layık görüldü.
2010’lu yıllarda Almanya üçüncü kuşağın
2010'ların başında Türkiye'de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Almanya'da Başbakan Angela Merkel, iktidarını sağlamlaştırıyor, ilişkiler kayıtsız göç ile mücadelede yoğunlaşıyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Almanya'da sık sık boy gösterdiğine tanıklık ettik, öyle ki, Merkel Türkiyelilere "Sizin asıl başbakanınız benim" demek zorunda kaldı. Bu süreç entegrasyon çabasına ket vurdu. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir başka göç dalgası daha başladı Almanya'ya. Sadece akademisyen ve sanatçılar değil, Fethullahçılar ve Kürtler de göç etmeye, iltica etmeye başladı. Eskiler ve yeniler arasında bir sürtüşme olduğu pek gözden kaçmadı. Bu arada NSU davası mahkemeye taşındı, örgütün hayatta kaldığı iddia edilen tek üyesi en ağır cezayı aldı ama ölenlerin yakınları sorularına yanıt bulamadı. 2010'lar bu kez Hanau'daki cinayetlerle sarsıldı.